İngiltere’de pişer, bize de düşer.
Her kent gibi İstanbul’un da kayda değer bir yeraltı kültürü var. Akmar metalcilerinden, Galata Kulesi önündeki hippilere uzanan bu alt kültürün mihenk taşı da elbette ki müzik. Metalciler, punk’lar, jungle’cılar, apaçiler derken, 2008’den beri de dubstep’çilerden söz etmek mümkün oldu. İngiltere’ye Jamaika ekolüyle sızan dub, teknolojinin gelişmesi ve ‘bas’ın artık testereye yakın bir tınıya ulaşmasıyla dünyaya dubstep denen türü bahşetti. Zira, her türlü müziği içinde pişirebilen dub’ın bu seferki hedefi İngiliz apaçilerinin gece kulüplerinde yankılanan 2step ve garage türleriydi. Ha keza, şimdi her türlü müziğe eklemlenip dünyanın dört bir yanına dağılsa da, dubstep’in ana teması midenizi titreten bir bas ve 140 BPM civarlarında dolanan ritim anlayışı olarak sabit kaldı.
İstanbul’a dubstep’in düşmesinden evvel, bu müziğin kökleri olan dub, reggea, jungle ve drum’n bass scene’inden biraz bahsetmek gerek. Yaklaşık olarak 2002-2003 yıllarına denk geliyor scene’in aktif olarak çalışması. Genelde İstanbul’da bir kaç kişinin girişimiyle başlar bu işler. Dolayısıyla, scene’in kurulmasından bahsediyorsak, aslında üç beş kişinin aktif çabası ve arkadaş grubuyla birlikte takılmasından söz ediyoruz demektir. DaFrogg yani Selim Bürün’ün Nişantaşı’ndaki evinde toplanmalar ve Rusya’da yaşayan Barış Uzel’in (J-Bro) reggea plaklarını kapıp vatana gelmesiyle 2002 yılında HomeGrown SoundSystem kurulur. Riddim, Mimar Sinan Üniversitesi festivalleri, H2003, Karga HGSS’ın ilk mekanları olur. Bir yandan da ikili Açık Radyo’da program yapmaya başlar. Scene böyle böyle her hafta sonu Riddim/Nayah’a gelen kitlenin katlanarak artmasıyla yeni DJ’leri de kendine katar. Osman, Ras Memo, Ruffkutz, Golem derken, İstanbul’da jungle/dnb’nin altın çağı başlar; Jungleİstanbul.
Beyoğlu’nun zencili ve bol popo sallamalı mekanı olarak nam salmış Riddim, uzun bir süre reggae ve dub ile başlangıç yapan, dnb’den jungle ve ragga’ya uzanan “Junglist” partilerine ev sahipliği yapar. Yazları da sahil kenarında düzenlenen ve çoğunlukla kumların üzerinde ayakların düşük bpm’de sağa sol sallanmasıyla dansa davet eden reggae/jungle festivalleri bu türün eğlence anlayışını iyice pekiştirir. Velhasıl, öyle bir zaman gelir ki, birçok organizasyonun can damarı olan Selim Bürün İtalya’ya yerleşir, Riddim’ın adı değişir ve Nayah olur, Dogzstar küçük kulübünü Özgür Baltutan’a devredip daha büyük bir yere taşınır, Pixie açılır ve scene ciddi bir dönüşüm geçirir. Kendisi de jungle/dnb DJ’yi olan Özgür’ün en güçlü adımı Selecta Ufuk’un İstanbul’da geçirdiği bir senelik serüveni olur. Farklı mekanlarda, bu türün DJ’lerini bir araya getirerek organizasyonlar yapmayı kendine görev edinen UFUK, hem Avrupa’dan arkadaşlarını vatana getirir, hem de İstanbul’daki DJ’leri organize olmaya teşvik eder. İstanbul bir yandan da, jungle DJ’i ve mash-up’larıyla bilinen Koray Kantarcıoğlu’nun Dogzstar’da Soundclash saadet partileri ve Pixie’de de Vibrato etkinlikleriyle ufaktan sallanmaya başlar. Tek DJ’in tüm gece boyunca götürdüğü etkinliklerin aksine, DJ’lerin birlikte çaldığı ve çeşitlilik açısından güçlü, taze müziklerin ortaya çıktığı partiler olur bunlar. Çok ter dökülür, çok kafa sallanır, çok kulak yaralanır…
Gelelim Pixie’nin neden küçük ama gururlu bir kulüp olduğuna. Her şey Selekta Firuzağa’nın özel üretim ses sistemini koymak için yer ararken Özgür’e rastlamasıyla başlar. 30 Hertz’e kadar düşebilen sub-bass’ıyla, 60 kiloluk subwoofer’ıyla Pixie, tüm mekanlardan daha etkili bir ses sistemine sahip olur ve haliyle bas müziği yapanların da ilk ve son tercihi olur. Mekanın müzikal başlangıcı, Selen Hünerli (Nada) ve Nazif Kerem Güroğlu’nun (Fecr-i Ati) “Re-Spectralize” adlı projeleriyle olur; yani yoğun baslı dub’lar üzerine efektli vokaller. Sonrasında Selekta Ufuk yurt dışından getirdiği dnb DJ’lerini yine Pixie’ye çıkarır ve zamanla buraya doğru bas merkezli bir akış oluşur. Dinleyeni de gelir, çalanı da, çalmak isteyeni de, ilk kez gelip yüreğine bası yiyince vazgeçemeyeni de. Mash-up’larıyla türki gelenekleri koruyan Bora Başkan (Ventochild) ve Koray Kantarcıoğlu, glitch ve dubstep’in en ücra köşelerinden sesler seçen Oygar Erdal (Traktör), 8-bit ve blip sevdalısı Datafobik, karşının asi çocuğu GGman’in partileri Vibrato da yine bir Pixie projesi olarak başlar. Şimdiye kadar 23 farklı etkinlik gerçekleştiren Vibrato ekibi, zaman içerisinde ekip olarak sürekli değişse de, titretme ve bastan kalp çarpıntısını etkileme girişimlerinden vazgeçmez.
Dubstep Türkiye’ye böylece adımını ufak ufak atmaya başlar ama asıl yükseliş 2010 yılında olur. Pixie, Vibrato dışında 140 BPM, Base Bass’d, İngiltere’de yeni pişip bize de düşen Juke, Reunion, Lobotomy, Turbulenz, Dark Side of the Bass, 216 Steppaz, Intelligent Manners gibi birçok yeni partinin de merkezi olur. Ekip çoğunlukla sabit olsa da, bu işe merak salıp yeni başlayanlar için türün krallık kurduğu bası güçlü bir mekan olması iyi bir başlangıç noktasıdır. 216 Steppaz, Return of the Evil Bass ve Soundclash ekibi bir yandan Dogzstar’ı da titretmekten geri kalmaz. Hatta bir söylentiye göre techno durağı ve zombi geçidi kulüp Machine dahi bu türe arada yer verir. Mekanlardaki tek dert ise, gecenin sonunda köklenmiş baslardan huzursuz mekan sahipleri ile kulağa zarar verene kadar bası basıvermek geleneğidir.
Dubstep türünün İstanbul’daki yolu yaklaşık 20 kişilik bas manyağı bir ekiple şekillenirken, bir yandan da dinleyici bu müziğe tüm dünya gibi ayak uydurmayı ve bpm’i düşük metalci gibi kafa sallayıp basa zikir tutaraki dans edebilmeyi de kavrar. Hele de, Skream ve Benga’nın Babylon’daki event’i, İstanbul dinleyicisinin dubstep merakına dair çok net bir geri bildirim olur. Her ne kadar apaçi dediğimiz müziğin yadırgansa bile bir popo sallama efekti yarattığı aşikar olduğundan, İngiltere apaçilerinin garage sound’ları, bizim insanımızı da derinden sarsar. Haliyle Babylon tarihinde nadir anlardan birini Benga/Skream konserinde yaşar; o herkesin dans ettiği kıpırdayacak yer kalmayana kadar salamura bir mekan.
İstanbul, dubstep’le tanışalı tam olarak 4 sene kadar oldu ama daha şimdiden bu müziğin bittiğine dair söylentiler çıktı. (Klasik!) Zamanında dnb dünyayı sarsarken de, birçok insan bu türün tükendiğine dair konuştu, fakat şu an hala kemik kitlesi tarafından çılgınca tüketilen, festivalleri, hatta haftalık dnb tatil adalarına kadar uzanan köklü bir yayılımı var. İşin aslı, her şey gibi (bkz.nerd gözlüğü), dubstep de popüler olup içi boşalıncaya kadar tüketilmeye mecbur. Dolayısıyla bugün Britney Spears Rusko ile çalışıyorsa, Kenan Doğulu da (vakti zamanında dnb miksi yaptığı bir albümü olduğunu hatırlatarak) 216 Steppaz ya da Vibrato’dan bir DJ’le çalışırsa şaşırmayalım. Gerçi birçok DJ “bunlar sokak sound’ı, hiçbir zaman popüler olmasını anlayamacağız” mottosunu sürdürseler de, bir kaç seneye dnb’nin kaderini paylaşıp yine kemik kitlenin tüketim alanında hayatta kalma kaderini paylaşacaktır. Şimdilik İstanbul’daki tayfanın en büyük avantajı, artık scene’in sadece birkaç ismin değil, tüm bas müzik türlerinin DJ’leri/prodüktörlerinin ellerinde olması. Dolayısıyla, dub bir fırınsa, içinde pişen türler arası müziği İstanbul dinleyicisi dahil, tüm dünya tüketmekten memnun kafasını sallıyor, yüreğini basla dağlıyor.